''CADI''
Şeffaf
Bir Oyuncu Ece ERTAN
Leyla SAZ, Halide Edip ADIVAR,
Yaşar Nezihe BÜKÜLMEZ, Suat DERVİŞ, Sevim BURAK, Selçuk
BARAN...
VE
Cadugar -cadı -efsun yapan
-büyüleyen...
Hayata dokunabildiğimiz iki ara yüz ''acı'' ve
''haz''...
Hayata dokunduran ara
yüzler...
İnsana dokunduran ara yüzler...
Leyla SAZ, Halide Edip ADIVAR,
Yaşar Nezihe BÜKÜLMEZ, Suat DERVİŞ, Sevim BURAK, Selçuk
BARAN...
Ece Ertan yazarların sesi,
gölgesi, taşıyıcısı olarak sahnede sizi hayatın gittiği
gibiliğinin dışına çıkarıyor...
Bu kadın yazarların ruhuna
giriyor, onların ruhunu kendi bünyesine alıyor, ya da geçici
olarak bünyesinde misafir ediyor, diyelim.
Geçici olarak bir ara
yüz oluyor Ece; bu ara yüz kadınların acılarını size
geçiriyor...
Kendi canından biraz can veriyor onlara,
canlanıyorlar onun bünyesinde,
bir ''an'' olarak Sevim Burak' ı
görüyoruz; kanlı canlı, sanki Ece' nin bünyesinin aynasında
bir
görüntü değil sadece; adeta onun bünyesine bir hissediş olarak
misafir geliyor...
Bize benzersiz metinler bırakan
Sevim Burak,
Feyza Zaim in, Sevim Burak' ın çalışma
ortamını anlatışını hatırlıyorum;
''Sanki bir terzihaneye
gitmiş gibi hissediyorsunuz .Prova haneye.Yarı bitmiş yarı
bitmemiş elbiseler var. Ve siz bir kadınsınız, gustonuz da var.
Terzi arkadaşınız size nasıl fikir sorarsa aynı
öyle...(...)''Şurada potluk var mı sence? Arkamdan git bir uzaktan
bak bakayım'...Tam böyle bir çalışmaydı, -kağıtları serer
yere, emekleyerek onu alır oraya -şimdi böyle bakayım nasıl
oldu-kalkıp şunu şöyle getirir misin''
Fosforlu Cevriye, Ece' ye
dansını veriyor; bir hissediş olarak, o an, Fosforlu oluyorsunuz
siz de biraz...
Ece' nin oyunculuğu bu kadınları
çoğaltıyor...
Sanki, yazılanlara can veriyor,
sarsılıyorsunuz...
Bu sarsılış, daha sonra sık sık
hatırlayacağınız bir hisse dönüşüyor...
Baktığı, anladığı
kadınları kendi bünyesinde eriterek kendinden yeniden çıkarıyor
kadından kadına geçerken, dokununca biçim değiştirebilen,
sahici çocuksu bir oyunculuk; kendisini kuşatan atmosferin içinde
çırpınan gövdesini konuşturuyor, çocuksuluğu size değiyor,
sizi değiştiriyor...
Kurşun kalemle yazılmış
hayatlara mürekkep bulaştırıyor, yazılanların üstüne çıkan
bir oyuncu var karşınızda, sahnede pırıl pırıl
parlıyor...
Sanki bir rüya ya giriyorsunuz oyuncuyla beraber,
bir fanusun içinde oyuncu, yazar kadınla baş başa, kopuyor
şimdiki an' dan... Sizi de koparıyor...
Oyuncu konuşuyor, ertelenmiş
tepkileriniz ortaya çıkıyor; duygularınız sanki sakladığınız
yerden geri geliyor.''Oyuncunun sesi baştan çıkarma nesnesine
dönüşüyor-Vücudunu sessizlikle, bazen bir hareket tarzıyla,
soluk soluğa kalmalarla konuşturuyor.'' dedikleri bu olsa gerek...
Kendi oyunculuğuna başkalarını
da davet ediyor, kitaptan sayfalardan çıkıyor, kendini
sıradanlaştırarak, kimliksizleştirerek, çerçevesizleştirerek
başkalarına dönüşüyor.
Belki de kitaplarda durmuş, donmuş
olan zamanı harekete geçiriyor.
Yazar kadınlar bundan böyle,
bu an da, şimdi de yaşamak için harekete geçiyorlar,
kitap
sayfalarına ve kendilerine yazılan mektup metinlerine dönmek
istemiyorlar,
fotoğraflara, gazetelere, dönmek istemiyorlar, yok
olduklarını unutuyorlar.
Ece' nin bünyesinde yoklukları
varlığa dönüşüyor, Ece' nin içinden sıkıntılarını yeniden
anlatıyorlar; ''zamanın hem geçen hem geçmeyen vakitlerinde,bir
paranteze ihtiyaç duyan hayatlarınızı ödünç alıyorum çok
kısalığına yazı unutturmaz Sevim Burak hatıraların sesi...''
“Cevriye’yi
ilk defa bu karakola getirdikleri zaman, büyük bir sevinçle:
-A!
Karakolda ayna var, diye ellerini çırpmış ve aynaya doğru
koşmuştu.''
Aynaya doğru koşan Cevriye,
aynalara kendini göstermeyi seven cevriye
Suat Derviş in
aynasızların evinde ayna görüp şaşıran Cevriye' si
''Saçları,
gözleri, teni, içinde bir ateş varmış gibi pırıl pırıl
parlayan Cevriye,'' '' anne ve babasını hiç hatırlamadığı için
olduğu kadar, bu parıltılar yüzünden de bir yıldızdan dünyaya
düştüğünü zanneder.''
(''zanneden cevriye'')
Cevriye olmasa belki Ece de ''bu
kadar fosforlu, samimi ve unutulmaz olamazdı…
Ece' nin içinden gören, duyan,
ama ses çıkaramayan kendini Ece' ye bırakan yazarlar...
Ece'
nin fal taşı gibi açık gözleriyle bize bakan yazarlar...
Bu ölümsüz yazarlar işte
yeniden oyuncunun canında can buluyor.
Yaşamla oyun arasındaki
bu dengeye şaşıyorsunuz,
Ece' nin ruhunu incelemeye
kalkışıyorsunuz ama başaramıyorsunuz belki de...
Sözsüz duygu-düşünce
alışverişi, oyuncunun imgeleminin buluşları,
o olmasaydı
eğer...Ara yüz olabilen Ece' nin kendisi, kendisinin özü...
Çeşitli ruh hallerini yansıtan
görüntülerden, okuduğu öykülerden, karıştırdığı
dergilerden,
fotoğraflardan beslenen Ece' nin imgelemi bu
gereçlerin karışımından bir resim çıkarmıştır.
Kendine
özgü bir imgelem yaratmak çok güçtür diyenlere inat.
Zihnini de gövdesini de
kullanarak, tutkuyla sarıldığında, yaşantılayabileceği bir
rolü dişi tırnağıyla yaratma dedikleri şey bu olsa gerektir...
Kadınlara yapıla gelenler,
oyuncuyla seyirciyi baş başa verdiren, o birleşme ve anlaşma
hali; ya da ne derseniz....
Rengin ÖZESMİ