23 Mayıs 2015 Cumartesi

Şeffaf Bir Oyuncu Ece ERTAN




''CADI''
Şeffaf Bir Oyuncu Ece ERTAN
VE
Leyla SAZ, Halide Edip ADIVAR, Yaşar Nezihe BÜKÜLMEZ, Suat DERVİŞ, Sevim BURAK, Selçuk BARAN...
VE
Cadugar -cadı -efsun yapan -büyüleyen...
Hayata dokunabildiğimiz iki ara yüz ''acı'' ve ''haz''...
Hayata dokunduran ara yüzler...
İnsana dokunduran ara yüzler...
Leyla SAZ, Halide Edip ADIVAR, Yaşar Nezihe BÜKÜLMEZ, Suat DERVİŞ, Sevim BURAK, Selçuk BARAN...
Ece Ertan yazarların sesi, gölgesi, taşıyıcısı olarak sahnede sizi hayatın gittiği gibiliğinin dışına çıkarıyor...
Bu kadın yazarların ruhuna giriyor, onların ruhunu kendi bünyesine alıyor, ya da geçici olarak bünyesinde misafir ediyor, diyelim.
Geçici olarak bir ara yüz oluyor Ece; bu ara yüz kadınların acılarını size geçiriyor...
Kendi canından biraz can veriyor onlara, canlanıyorlar onun bünyesinde,
bir ''an'' olarak Sevim Burak' ı görüyoruz; kanlı canlı, sanki Ece' nin bünyesinin aynasında
bir görüntü değil sadece; adeta onun bünyesine bir hissediş olarak misafir geliyor...
Bize benzersiz metinler bırakan Sevim Burak,
Feyza Zaim in, Sevim Burak' ın çalışma ortamını anlatışını hatırlıyorum;
''Sanki bir terzihaneye gitmiş gibi hissediyorsunuz .Prova haneye.Yarı bitmiş yarı bitmemiş elbiseler var. Ve siz bir kadınsınız, gustonuz da var. Terzi arkadaşınız size nasıl fikir sorarsa aynı öyle...(...)''Şurada potluk var mı sence? Arkamdan git bir uzaktan bak bakayım'...Tam böyle bir çalışmaydı, -kağıtları serer yere, emekleyerek onu alır oraya -şimdi böyle bakayım nasıl oldu-kalkıp şunu şöyle getirir misin''
Fosforlu Cevriye, Ece' ye dansını veriyor; bir hissediş olarak, o an, Fosforlu oluyorsunuz siz de biraz...
Ece' nin oyunculuğu bu kadınları çoğaltıyor...
Sanki, yazılanlara can veriyor, sarsılıyorsunuz...
Bu sarsılış, daha sonra sık sık hatırlayacağınız bir hisse dönüşüyor...
Baktığı, anladığı kadınları kendi bünyesinde eriterek kendinden yeniden çıkarıyor kadından kadına geçerken, dokununca biçim değiştirebilen, sahici çocuksu bir oyunculuk; kendisini kuşatan atmosferin içinde çırpınan gövdesini konuşturuyor, çocuksuluğu size değiyor, sizi değiştiriyor...
Kurşun kalemle yazılmış hayatlara mürekkep bulaştırıyor, yazılanların üstüne çıkan bir oyuncu var karşınızda, sahnede pırıl pırıl parlıyor...
Sanki bir rüya ya giriyorsunuz oyuncuyla beraber, bir fanusun içinde oyuncu, yazar kadınla baş başa, kopuyor şimdiki an' dan... Sizi de koparıyor...
Oyuncu konuşuyor, ertelenmiş tepkileriniz ortaya çıkıyor; duygularınız sanki sakladığınız yerden geri geliyor.''Oyuncunun sesi baştan çıkarma nesnesine dönüşüyor-Vücudunu sessizlikle, bazen bir hareket tarzıyla, soluk soluğa kalmalarla konuşturuyor.'' dedikleri bu olsa gerek...
Kendi oyunculuğuna başkalarını da davet ediyor, kitaptan sayfalardan çıkıyor, kendini sıradanlaştırarak, kimliksizleştirerek, çerçevesizleştirerek başkalarına dönüşüyor.
Belki de kitaplarda durmuş, donmuş olan zamanı harekete geçiriyor.
Yazar kadınlar bundan böyle, bu an da, şimdi de yaşamak için harekete geçiyorlar,
kitap sayfalarına ve kendilerine yazılan mektup metinlerine dönmek istemiyorlar,
fotoğraflara, gazetelere, dönmek istemiyorlar, yok olduklarını unutuyorlar.
Ece' nin bünyesinde yoklukları varlığa dönüşüyor, Ece' nin içinden sıkıntılarını yeniden anlatıyorlar; ''zamanın hem geçen hem geçmeyen vakitlerinde,bir paranteze ihtiyaç duyan hayatlarınızı ödünç alıyorum çok kısalığına yazı unutturmaz Sevim Burak hatıraların sesi...''
Cevriye’yi ilk defa bu karakola getirdikleri zaman, büyük bir sevinçle:
-A! Karakolda ayna var, diye ellerini çırpmış ve aynaya doğru koşmuştu.''
Aynaya doğru koşan Cevriye, aynalara kendini göstermeyi seven cevriye
Suat Derviş in aynasızların evinde ayna görüp şaşıran Cevriye' si
''Saçları, gözleri, teni, içinde bir ateş varmış gibi pırıl pırıl parlayan Cevriye,'' '' anne ve babasını hiç hatırlamadığı için olduğu kadar, bu parıltılar yüzünden de bir yıldızdan dünyaya düştüğünü zanneder.''
(''zanneden cevriye'')
Cevriye olmasa belki Ece de ''bu kadar fosforlu, samimi ve unutulmaz olamazdı…
Ece' nin içinden gören, duyan, ama ses çıkaramayan kendini Ece' ye bırakan yazarlar...
Ece' nin fal taşı gibi açık gözleriyle bize bakan yazarlar...
Bu ölümsüz yazarlar işte yeniden oyuncunun canında can buluyor.
Yaşamla oyun arasındaki bu dengeye şaşıyorsunuz,
Ece' nin ruhunu incelemeye kalkışıyorsunuz ama başaramıyorsunuz belki de...
Sözsüz duygu-düşünce alışverişi, oyuncunun imgeleminin buluşları,
o olmasaydı eğer...Ara yüz olabilen Ece' nin kendisi, kendisinin özü...
Çeşitli ruh hallerini yansıtan görüntülerden, okuduğu öykülerden, karıştırdığı dergilerden,
fotoğraflardan beslenen Ece' nin imgelemi bu gereçlerin karışımından bir resim çıkarmıştır.
Kendine özgü bir imgelem yaratmak çok güçtür diyenlere inat.
Zihnini de gövdesini de kullanarak, tutkuyla sarıldığında, yaşantılayabileceği bir rolü dişi tırnağıyla yaratma dedikleri şey bu olsa gerektir...
Kadınlara yapıla gelenler, oyuncuyla seyirciyi baş başa verdiren, o birleşme ve anlaşma hali; ya da ne derseniz....

Rengin ÖZESMİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder