28 Kasım 2018 Çarşamba

Böylesilikler


bir hayat bir şiire değer mi
aralıksız göz kırpma anları
kim bilir başka neler oluyor içeride…

işte o zaman
o boşlukta

gülümseyen çeşme başı fesleğenleri-
geçmiş-on ikinci dün-

babaannemin kırlangıçları gelmiş

güvercinler yem bekliyorlar
ve öpücüklere boğuyor çocuk annesini
kelebekli bir kır
kafamda yeller esiyor
merdivenler sonu olmayan merdivenler rüyada olur

çocuksu,
aralıksız göz kırpma anları-

cüce kalmış düşler ülkesinde…
başımıza gelen bir hal
sürekli olarak sökülüp takılması sözcüklerin

böylesilik-
işte bu-
karşılaşmak

bir yavaş terzi, eskileri kesiyor
teğel teğel dikiyordu…



rengin özesmi



17 Kasım 2018 Cumartesi

Şiirde İlhan BERK-Ece AYHAN Kaotik Farkındalık Dolanmışlığı

Nezih-er yayınevi tarafından geçen 2018 Temmuz ayında yayımlanan Ece Ayhan Yazılarında Kaotik Farkındalık kitabımıza, Nesnel Karşılık gerçekliği imgelerinin şiirin içine yayılması üzerinden yapılan tartışmaları, gözden geçirerek başlamıştık
Bu tartışmaların Baudrillard ve Kaotik Farkındalık simülasyon Kuramları modellemelerindeki mümkün karşılıklarını tespit etmeye çalışmıştık.
Kitabımızda özellikle ‘ikinci yeni’ şairlerinden biri olarak kabul edilen Ece Ayhan’ ın yazılarına yoğunlaşmıştık.
Bu yazıları, son yıllarda edebiyat dünyasında da moderniteden kaynaklanan egemen kurgular karşıtı yeni bir paradigma olarak yer almaya başlayan kaos teorisi metafor kavramları ile anlamayı denemiştik.
 Ayrıca, Ece Ayhan yazılarını kaotik farkındalık simülasyon kuramı çerçevesinde kritik edebilmenin yollarını aramıştık.
  Ece Ayhan, Sedat Ergin‘in nesnel karşılık kavramından ne anlıyorsunuz sorusuna,
“şiire gelince bir düşüncenin şiirde karşılığı olmalıdır. işte o nesnel karşılık‟ı bulamazsan hiçbir şey yapmamış olursun tarihte bir düşüncenin bir duygunun (meram anlatılmak isteniyorsa) ne yapılır yapılır bir nesnel karşılık‟ı bulunur bulunmuştur. (doğudaki “mesel” budur sözgelimi) (mesel yani atasözlerinde bunu işaret ediyor.) "Nesnel karşılık" kuramından yola çıkan bir şairin coşkuları, duyguları ve heyecanları şiire aktarıldığı zaman canlı bir dekor şeklinde karşılığını bulmuş olacaktır.”
diye yanıt vermesinden ve İlhan Berk‘in Kuşlar şiirini söylediklerine örnek olarak göstermesinden hareket ederek; İlhan Berk’in kuşlar şiirini kitabımızda incelemiş ve şunları söylemiştik:
Kuşlar şiirinde İlhan Berk bizi doğadaki gözlemlerine dayalı kuşlar üzerinden, doğa nesnel karşılık gerçekliğinin içine sokuyor. Bu gerçeklik üzerinden daha şiirin ilk iki dizesinde,

"Öğle düşmüştü, yaralı bir kuş gibi ovaya Ölü günün esri ipiyle vardığımızda."
Ece Ayhan‘ın söylemiyle dil coşkusu (simülasyon), "yaralı bir kuş" imgesiyle bizi de birden günün öğle saatlerini imleyen sıcaklığın bitkinliğin bunaltısı yorgunluğu sarıveriyor sanki…
"Yerimiz vardı," diye ekledi ocaktaki adam Daha çok deniz kıyılarına çalan sesi."
-2-
Dizelerinde de doğanın bir gerçeği olan deniz kıyısındaki sesleri çağrışım yoluyla duyuruyor kulağımıza… "Çalan" sözcüğüyle denizin kıyıya vuruşunu zihnimizin aynasında görebiliyoruz; dalga sesi aralıklarından adamın sesini de duyuyoruz sanki…
"Akşamla rüzgâr çıktı: Adamı alır atından.
İlk biz, sonra denizi önlerine alanlar kalktı."
 Dizeleri ise doğa nesnel karşılık gerçekliklerindeki rüzgârın gücünü coşkusunu yaratıyor… Ve
“Atları tam yola çekiyorduk ki baktık Çığlık çığlığa bizi bekler bulduk kuşları.”
Dizelerinde ise bu doğa coşkusu (simülasyon) canlılık, kuş sürüsünün çığlıkları görünümlerinde yaratılmış…
Toparlarsak, Kuşlar şiiri satırlarındaki kabul gören bir gerçeklik ilkesi (nesnel karşılık) olarak İlhan Berk‘in yaşantısında gözlemlediği ve bizim de içinde yaşadığımız doğayı anlıyoruz.
Ve kuşlar şiirinde gerçekliği doğa olan nesnel karşılık için, ―burada ‘fon‘ ve ’dekor‘ yanlış tespit olur‘ diyen Ece Ayhan’ a katılıyoruz. Ve İlhan Berk‘in Kuşlar‟ şiirinin dilsel yolda işleyişini doğanın kendisi içinden (Baudrillard) tanımına uyan bir şekilde simüle edildiğini görüyoruz.

       Kitabımızda Kuşlar şiirindeki nesnel karşılık simülasyonu için bu söylediklerimizi İlhan Berk’in İstanbul şiirinde de görebiliriz. Ancak Berk İstanbul şiirinde bu simülasyonu (dekoru) bir katalogdan (Arza Güler fotoğrafları olabilir) merkeze aldığı İstanbul’un fotoğraflarına bakarak yapıyor gibi. İstanbul şiirini hatırlayalım.
‘’İSTANBUL –İLHAN BERK
İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul'dasın 
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor 
Yani cami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler 
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor’’
     Görüldüğü gibi İlhan Berk İstanbul ile ilgili bir tabloya veya fotoğrafa bakıp İstanbul’ un parçası olmaktan korkuyor gibi; zira görüntülerin ağırlığı yükü var sanki şiirde (Karaköy Çarşısı gibi). İstanbul da her yerden görüntülerle kuşatılmışlığımızı anlatıyor bize; (biraz korku filmi gibi).
-3-
     Şiirde görüntülerin ağırlığı gerçeğini kaybettiriyor, şiirde görüntülerin trajik bir şekilde anlatılması bize yeniden bakın, İstanbul’ da başka şeyler de göreceksiniz diyen bir şair ve şiir var karşımızda.
     Ancak İlhan Berk’ in İstanbul da veya İstanbul fotolarında gördüklerinin gerçeklerinde (nesnel) ise; farklı bir İstanbul farkındalığı var, kendi zihninin içerikleriyle ilgili bir duyarlı simülasyon gibi, İstanbul için öngöremediğimiz farklı bir anlatım dinamiği var, farklı bir
 ‘İstanbul canlandırması var…
      Bakın İlhan Berk bu canlandırmasında nasıl kendini yaşadığı odasının penceresinden İstanbul’a bakan bir anlatıcı konumunda tutuyor-görüntüler var ama kendi şiirin dışarısında kalmış.
’İnsanlar sokak sokak çarşı çarşı ev ev 
İnsanlar sırt sırta omuz omuza verip durmuşlar 
Boyunları bükük 
Yorgun asabi kederli kindar
Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor 
Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar 
Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi 
Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacak
Sarı uzun yüzlü cesur işçiler
Dört köşe halinde veya dağınık bir şekilde durmuşlar 
Hiç konuşmuyorlar’’
(Görüntüyü ‘’Ağırlaştırıyor’’ hiç konuşmuyorlar imgesiyle )
……..
‘’Dünyada işlerine giden insanları görmek kadar güzel bir şey yoktur
 (Biliyorum artık akşama kadar onları hiç görmeyeceğim)’’
………..
    Ama diğer bir yandan da pencerenin arkasında duran kendisini hayaletleştiriyor, bir hayalet gibi nesnesini, pencere dışındaki İstanbul’u, şiirde ve zihninde duyarlı bir şekilde simüle ediyor sanki…
    Her ne kadar İlhan Berk,  1 Nisan 1962 tarihinde, Varlık Dergisi’nde, Muazzez Menemencioğlu’yla yaptığı bir söyleşide, İstanbul üzerine yazdığı şiirleri daha çok o şehirde yaşamaya bağlar. O, bu şehirde yaşıyorsa, İstanbul’u yazmak zorundadır. Demişse de.
-4-

     Berk’in İstanbul dışında küçük bir yerde doğmuş yaşamış olması (gerçeği yaşadığı oda olan penceresinin arkasında) nedeniyle İstanbul’dan ve onun hala penceresinden İstanbul’da görmediği yerlerin fotolarından korkuyor ve kendisi İstanbul karmaşıklığının içinde bir hayalet olup dolaşıyor belki de…

    Odasından çıkıp içinde bir türlü olamadığı İstanbul’un basit ve sade yaşayan halkın günlük
hayatını penceresinden şiirleştirirken:

’Dünyaya sade çalışmaya ve cefa çekmeye geldiklerine inanmışlardır Bütün fukara sokaklarda kalabalık halk mahallelerinde
Durgun ve düşünceli yüzleriyle onlar vardır’’
       Burada gerilimli bir korku filmine dönüştürüyor, zihninin içeriklerinde;
bu korku İlhan Berk’in pencereden bakan zihninde bir simülasyonun görünümü. Başka kentlerdeki halk da pencerelerinden böyle mi bakıyor kendi görünümüne,  ‘’acaba’’yı düşündürüyor, bize.
Sezai Karakoç ise (Diriliş, 1960) İlhan Berk burada farklı "yaşama'yı anlatıyor; bu da şiiri bir "hikâye etme" ye dönüştürüyor diyor.
 ‘’Sen yatağın yorganın bir faytonda dünyada yapyalnız olduğunu hissediyorsun
Aklından sırayla büyük şehirlerimiz geçer
Ankara İzmir Eskişehir işçileri dönüyor
Zayıf sert bakışlı halim selimdirler
Büyük şehirlerimizin ağızlarında kıvrılıp uzanmışlardır
Büyük şehirlerimiz
Ambarsız İstasyonsuz Silosuz
Fırınların önüne kurşun yağdırsan nafile’’
       Orhan Koçak‟ın deyişiyle. İlhan Berk bu şiiriyle, “bir sosyalist olarak yoksulların, alın terinin, sömürülen işgücünün safındadır” (1992: 166). 
       Bu şiirden de bizim anladığımız ise; Berk zihnindeki duyarlı benzetimlerin (simülasyon) bu görüntülerinin arasında dolaşarak yaşadığı odasında kendini yapyalnız yapıyor. ( yapayalnızlaştırıyor... )
 -5-
      
       Ece Ayhan ise, kitabımızda da değinmiştik, nesne gerçekliğini kendi yaratıp etrafında dekoru kendi kuruyor. Sonra da düzensiz duyarlı simülasyonlarla kurduğu dekordaki gerçeği kaybettiriyor. Görünümü bir zuhura çeviriyor.
       Ece Ayhan‘ın Padişah ile Aslan şiirinde görüleceği gibi, şiirdeki (İstanbul’ daki) egemen tarih nesnel gerçekliğini kendi hakikat dili çabalarıyla kaybettirmekte ve okurda İstanbul tarih imgesini, İlhan Berk’in aksine fotoğraflardaki veya gözlemlediği İstanbul görünümlerine (bizlerle paylaştığı) değil de içinde yaşayarak gözlemlediği kendi İstanbul‘unun zuhurlarını ortaya koymaktadır.
 1.      Perdelersizdir, kalıp sabunlarsızdır; uzamış pencereleri düşünüyorum. Düşünüyoruz tarihte karaşın.
2.       Çınarlar geceleri büyür. Osuruk ağaçları gündüzleri küçülür bir kent. Çok eski adıyla İstanbul.
         Ece Ayhan ‘’düşünüyorum. düşünüyoruz.’’ Derken İlhan Berk’ ten farklı olarak İstanbul’a yaşadığı odanın penceresinden bakmıyor, zihnindeki İstanbul karmaşıklığı içinde bir hayalet gibi dolaşmıyor. Aksine İstanbul’ un içine girip kendini İstanbul’a karıştırıyor. İstanbul’u bugünlere kadar yaşatan gizemli karmaşıklığın bir parçası oluyor. Şiiri, İstanbul’u tarihi kendini boynuna dolamış sanki. Böyle yazıyor şiirleri.

        Şiir nerede ikamet ediyor? Sanki İstanbul Boşlukta?
        Şair nasıl dönüşüyor, bu dönüşüm (zuhur) şiirin içinde kendini de kaybettiriyor okura...
        Şair de şiir ile başka bedenlere başka ‘ben’ lere girip çıkıyor? Ve sanki okuyanı da çok zorluyor yoruyor.
Bizde kitabımızda şöyle demiştik:

Ama Ece Ayhan‘ın Padişah ile Aslan şiirindeki gibi tarih ‘nesnel karşılığından‘ beklediği, bir sahte dekor inşa etmek de değil, egemen toplumun cinsellikten tarihe kadar olan tüm dayatmalarına karşı şiirlerinde sivil bir şair olarak ―Heterodoks ve Anarşizan deneyciliğini ortaya koymaktır. Belki de Ece Ayhan tarih yeniden yeniden yeniden yazılabilir demekle bunu kastetmiştir.
         Ece Ayhan, İlhan Berk’in aksine kendi zihninin gerçeği ile yaşadığı odanın penceresinden gördüğü kuşlar… Karşı kıyıdaki Eleni… İstanbul… görünümleriyle bizi kendimizle barıştırmaya çalışan bir şair değildir, yazılarında kaotik farkındalık kuramının tanımladığı yeni bir anarşist (zuhur) deneycidir kendisi.

Batmış bir tramvay, ... ahtapotlar, ince ve upuzun barbarlar.
Yalnızlık dönüşür bir zenci arkadaşa imparator.
Kucağında bir padişahın da kuş. istemiyor bitsin... büyüsü.
Bir boyundaki serüven, uçurum. Hiç konuşmuyoruz.
Anlaşılmayacaksın. Ey kanatsızlık! Koyulaşır ve bir denizin denizinde ağlarken. Bekleyen bir çocuk. Yelkenli.

    -6-    
          Örneğin, Ece Ayhan’ın bu şiirindeki İstanbul,  kendi İstanbul görünümlerinden bize kendimizle barışma yolunu gösteren ve İstanbul’a olan egzotik aşkını odasında bizle paylaşan İlhan Berk’ in İstanbul’u değildir.  Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanında sular çekildiğinde boğazdan çıkacakları Nişantaşı’ndaki penceresinden hayal ederken kullandığı yerel kaotik listeleme de değildir bu, kaotik ebruli bir dekor içinde karıştığı İstanbul’un karmaşıklığının onu yok etmek isteyen tarihle olan bir anarşist hesaplaşmasıdır. 
Sevim Burak, oğlu Karaca Borar' a yazdığı bir mektupta, bu durumu şöyle anlatır:". ... "Bir devri daim işidir yazmak, boyuna kelimeler ve sen yer değiştireceksin." dediği gibi sanki…
Düzensizlik, şiir, hayat, şair hepsi sudaki ebrunun tuvalde dönüştürülmesi gibi karmakarışık birbirine karışan boyalar gibi özgürleşen bir büyüyü üretiyorlar. Kaos baş kaldıran bir şiire dönüşüyor, okurda anlayıp anlamamak önemsizleşiyor…
       Ece Ayhan’ın bu şiirindeki okurun gördüğü kuş, İlhan Berk’in kuşlar şiirinde resimden çıkartıp okurda canlandırdığı bir barış kuşu değildir, padişah kucağında oturan kuş okurda tarih içinde zamanı kaybettiren bir yeni anarşisttir. Bu yüzden okur bir ‘zenci’ gibi tarih içinde sadece yalnızlığına bir yer bulmak için değil, yaşadığı zamanı bulmaya çalışan bir deneyci umuduyla şiiri tekrar tekrar okur.

Bu deneme ile, Nurullah ULUTAŞ’ ın, İLHAN BERK’İN ŞİİRLERİNDE İSTANBUL TEMASI çalışmasında bahsi geçen İlhan Berk’ in anlattıklarına da farklı bir yorum getirdiğimizi düşünüyoruz.

(“Ben, resme çok meraklı bir adamım. İllüstrasyonları, gravürleri toplar, inceler, üstlerindeki yazıların anlamlarını çözmeye çalışırım. Eski bir İstanbul gravürü, birdenbire ilgilendirir. Oturur,
incelerim. Bu, daha sonra beni yazmaya götürecektir.”
(Berk 2005)

Umarız, bilinen arkadaşlıklarından da öte, İlhan Berk ve Ece Ayhan’ın özelikle içinde İstanbul barındıran şiirlerinden gördüğümüz aralarındaki kaotik farkındalık dolanmışlığı sizlerle paylaşabildik.
 Rengin Özesmi
Gediz Akdeniz

Kaynaklar

(1)İLHAN BERK’İN ŞİİRLERİNDE İSTANBUL TEMASI
Nurullah ULUTAŞ*(1 Nisan 1962 tarihinde, Varlık Dergisi’nde, Muazzez  Menemencioğlu’yla yaptığı bir söyleşide, İstanbul üzerine yazdığı şiirleri daha çok o şehirde yaşamaya bağlar. O, bu şehirde yaşıyorsa, İstanbul’u yazmak zorundadır.)

(2)Sezai Karakoç Diriliş, 1960 (da dediği gibi Burda,. İlhan Berk farklı "yaşama'yı anlatıyor; bu da şiiri bir "hikâye etme" ye dönüştürüyor.)
(3)ORHAN KOÇAK ( Koçak‟ın deyişiyle.  “bir sosyalist olarak yoksulların, alın terinin, sömürülen işgücünün safındadır” (1992: 166).’’ DEFTER DERGİSİ SAYI 19 KIŞ 1992 SAYFA 158-175)
(4)MACH 1'DEN MEKTUPLAR kitabı, SEVİM BURAK, Logos Yayıncılık 1990 baskısı,
(5)Ece Ayhan Yazılarında Kaotik Farkındalık Rengin Özesmi-Gediz Akdeniz Nezih-er Yayınları İzmir-2018
(6)Kara Kitap Orhan PAMUK Can yayınları 1990 baskısı,
(7) Jean Baudrillard, (2011) Simülakrlar ve Simülasyon, Çev. Oğuz Adanır, Doğu Batı Yayınları, Ankara. 

(8)Gediz Akdeniz, (2010) Disorder in Complex Human System, Proceedings of the Conference in Honor of Murray Gell-Mann's 80th Birthday Quantum Mechanics, Elementary Particles, Quantum Cosmologyand Complexity, edited by H. Fritzschand K. K.Phua, World Scientific Publishing, p. 630-637; Gediz Akdeniz, (2015-2016-2017) Kaotik Farkındalık Simülasyon Kuramı ve Zuhur, www.gedizakdeniz.com; Tayfun Gönül, (2008) Düzenden Kaosa Zuhur, Gediz Akdeniz ile Söyleşi, Kaos Yayınları-İstanbul.

(9)
Ece Ayhan, (1984) Yalnız Kardeşçe—(söyleşiler konuşmalar, denemeler) (Bir Söyleşi sayfa: 13.-Sedat Ergin-Ece Ayhan: (İlhan BERK‘in Kuşlar Şiirini örnek gösteriyor) evrim sanat galerisi yayınları –İstanbul.



 

30 Mayıs 2018 Çarşamba

Kuşluk Vakti



İç, el, göz, gönül, aşk,
bulut, yaralı kuş izlerinden

(Bir kuşluk vakti, şiir bile eksik kalır)

Askıda bir ceket, içi boş olan
ateşin aynasında kendine sorular?

Kucağında bir çocuk yaşamasız
kendinde çoğalamayan şiirler

Cenazeye beyaz etekle giden
bir kadın kör

Sonraki, yarın, sonraki sonraki
yarınlarda, bir gün bir kuşluk vakti

Zamana yabancı bir şiiri bekliyor
sıkıştığı yerde patlayacak olan,
hiç olmayacak bir hal

Kısacık saçına çaputlar bağlamış bir kadın
susuyor saçları okşamaya

Şiir kadını görünce, bir çocuk gibi
oyunu bırakıp kaçıyor

Kadın şiire, bir gün  bu rüzgar seni de
büyütecek dedi; şimdiden…

Kuşlar çıngıraklarla
Çıngıraklar kuşlarla.

Rengin Özesmi


29 Eylül 2017 Cuma

ŞiirlerDe SoYuT KaRmAşIkLıK



Şafak Eyüboğlu | Söylenecek Çok Şey Var | Tuval Üzeri Karışık Teknik




Şiir, her şeyi çoğaltacak, büyütecek, karmaşıklaştıracak

Şair ile ötekisi arasında bağ kuran bir ara yüz olan şiir
Karmaşıklığın çağrışımlarından doğar

Karmaşıklıktan sakarlık doğar ve
bu yeni belirişlere yol açar

Sakarlık da kendi içinde karmaşıktır
Şiirde sakarlıktan yeni sözcükler doğabilir
Yeni açılımlar açar zihinde
Yani tesadüfen

Şiirin doğuş alanı,
Seslerin varyasyonu yani dolaşması veya dolaştırılması
Burada bir anlam meselesi olmayabilir
Seslerin güzelliği
Dolaşma, yani varyasyon gücü
Kıvrılması seslerin
Sözü de şiiri de şiir yapan varyasyon ritim ve
Bunun ölçülendirilmesi diyorlar…

Şiirci bunları bilerek değil el yordamıyla yapıyor sanki…

Dil soyuttur, karmaşıktır, simgedir, işaretlerdir
Seslerin dolaştırılmasıdır diyorlar; şiir de öyle
Dil, sonsuzluğu içinde taşıyorsa
Şiir de sonsuzluğu içinde taşıyor

Sözel anlatım süre alıcı olduğundan
Matematik süreyi kısaltıyor diyorlar
Şiir de süreyi kısaltır
Bir dize ile bir romanın anlattığını anlatıverir size

Söz, şeyin özüdür diyorlar
Şiir de yazan kişinin özüdür biraz
Sözcükler buyurgandır diyorlar
Öyleyse şiirde buyurgandır

Şiir, okuyanla anlam ve canlılık kazanır diyorlar
Okuyan da şiiri karmaşıklaştırabilir

Şiirden anladığı karmaşıklık, kendi karmaşıklığıdır belki okuyanın

Yaşanmış, yaşanmamış her şey şiire girer
Şiir özgürlük alanıdır

Şiirde, şiircinin yaşanmışlıklarından deneyimlediği
Her şey ve başkalarının yaşantılarından veya anlatımlarından
Gözlemlediği zihninin içeriklerine çevirdiği
Kendine göre anlamlandırdığı
Kendisinin olmayan duygular da yazılır

Şiirci şiiri kendi zihninin aynasında görür
Bazen görünür, bazen aniden kaybolur aynada şiir
Aynanın içinde, aynadan da gizlenebilir

İnsan, kendisi ile bağ kurmaya uğraşırken
Şiire yaklaşıyor, uzaklaşıyor,
Sonra yeniden yaklaşıyor

Birbirinden ayrılan, uzaklaşan birbirine yabancılaşan
Sözcükler de bir bütünlük oluşturabiliyor

Türkü yakmak gibi
Şiiri yakmak da çok zordur
Şiirin tutuşması çok zordur
Yazıldığı kağıdı yakacak kadar
Ateşli şiirler yazmak çok çok zordur

Birbiriyle çok ilgisiz alakasız zannettiğiniz sözcükler
Bir araya gelince şiirselliği üretebiliyor
Zamansal uzaklıklar şiirde sorun yaratmayabiliyor

Karmaşık bir manzara resmi nasıl bir bütünlük oluşturabiliyorsa
Şiirde de böyle oluyor
Manzarada birbirleriyle bir arada olamayacaklarını zannettiğiniz şeyler
Nasıl bir araya gelebiliyorsa
Uyuşmaz görünen uzak şeylerin bir arada olması
Şiirde şiirciyi her zaman şaşırtan bir şey

Şiirci, şiirde kendine özgü bir dünya yaratmak isterken,
Kendini bunaltır, şiiri de bunaltır
Ve bazen şiirde karmaşıklık içinden çıkılmaz bir hal olabilir

Şiir kendini yaktırır ve yazdırır sonra alır başını çeker gider
Kendini yeniden yeniden doğurmaya

Sözcükler doğurgandır şiirde kendiliklerinden
Karmaşıklığı örebilirler
Ve öngörülemeyen ortaya çıkışlar
Belirişler taşır içinde şiir


Şiirin tohumlanması için belki bunalım, kaos, karmaşa gereklidir
Bu yeni tohumlar şiirciye yeni şiirler yazdırır

Zihinde tohumlanan eski şiirler,
Bazen obje çeşitliliği bazen insan çeşitliliği
Karmaşıklık zihinde şiir için
Farklı kıvılcımlar sıçratmaya başlar

Şiirin yazılma aşamalarında değişik hazlar üretir kendine şiirci
Şiire hazırlanma ateşi, heyecanı gerçekliğin dışına çıkarır şiirciyi
Olacak mı olmayacak mı kaygısı
Biraz aşk gibidir bu
Endişeli kaygılı günler geçirtir şiirciye
Kendi canından biraz can verdirir şiire

‘’öyle deli saçması şiirlere gidelim
Bir ucundan tut sökülsün dizeler
Yeni bir sevgiliye kavuşmak her şiir’’
Rengin

Çeşitli ruh hallerini yansıtan
İnsan yüzlerinden-görüntülerden,
Okuduğu öykülerden, romanlardan-
Ressamların tablolarından-
Fotoğraflardan ve izlediği filmlerden
Oyunlardan beslenen şiircinin imgelemi
Bu gereçlerin karışımından bir resim çıkarır
Bir atmosfer yaratır ve o atmosfere girerek
Şiirle oynamaya başlar

Şiirin bittiğini hisseden şiirci
Bir sevinç ve coşku patlamasıyla
Bir an kendini bulutlara fırlatılmış gibi hisseder
‘’işte bu’’ anı coşkusal bir andır
‘’İşte bu’’ dediği an şiir bitmiştir şiirci için

Okuyan kişi sayısı kadar anlam üretir şiir
Okuyanın hafızasıyla, algılarıyla fikirleriyle
Bağ kurar

Şiir belki kendi başına da düşünüyor
Ve bizde şiirle beraber düşünüyoruz
Bizde düşünceler zinciri oluşturuyor şiir

Yaşamın karmaşıklığı veya
Yaşamanın karmaşıklığı
Şiirde büyüyerek daha büyük bir karmaşa yaratmaktadır
Sıkışmadan dolayı
Bütün karmaşıklık, şiirde sıkışmaktadır
Karmaşıklık şiirde soyut doğurganlık üretiyor

Bunalımın karmaşıklığının hazzı
Bazen şiirde görünür bazen görünmez

Şiir hep o değilmiş gibi yapar
O ben değilim
O değilden geliyorum ben, der

Şiiri yazanın içinde belirişler olur bazen
Tohumlar çatlamıştır sanki
Belirişlere uyan sözcükler bulmak gerekir
Beyaz bulut gibi duygular sözcüklerle renklenmeye,
Biraz kirlenmeye başlamalı ve hareketlenmelidirler…

Buna boşlukta, uçurumda düşünmek diyorlar...
Şiir hep boşlukta
Ya da uçurumun kenarında doğuyor belki

Sanki bir rüya ya giriyorsunuz şiirle beraber,
Bir boşlukta şiirle, şiirci baş başa,
Kopuyor şimdiki an’ dan…
Okuduğunuzda belki sizi de koparıyor…

Şiir sizinle konuşuyor, ertelenmiş tepkileriniz ortaya çıkıyor;
Duygularınız sanki sakladığınız yerden geri geliyor.
Şiirin sesi baştan çıkarma nesnesine dönüşüyor
Soluk soluğa kalmalarla okutuyor kendini şiir

Eleştirmenlerin söyledikleri var bunalımlı şairler için

Kendilik/ içe dalış/ hiçlemek/ sıkıntı/ yalnızlık/ bunalım/ umutsuzluk/
Yabancılaşma / rastlantı/ iletişimsizlik/ intihar

Bunlar, her şiir yazanın ve her insanın içinden geçtiği durumlar aslında
Şiiri yazan
Şiirin okuyanı bunaltmasını istiyor olabilir,
Şiir bunalıyor ve bunaltıyor okuyanı içine alıyor hapsediyor

Şiir şiircinin ruhuna girer ve sonra onun ruhunu kendi bünyesine alır ,
Ya da geçici olarak şiirciyi kendi bünyesinde misafir eder diyelim.
Geçici olarak bir ara yüz oluyor –
Bu ara yüz şiircinin acılarını şiir aracılığı ile size geçiriyor…

Şiircinin sesi, gölgesi, taşıyıcısı olan ama
Şiirciden başka bir şey olan şiir,
Sizi hayatın gittiği gibiliğinin dışına çıkarır
Verili hayata ve bu yaşadığımız basamak düzenine katlanamaz şiir
Hayatın gittiği gibiliğine itirazdır şiir
İnsanların rahatını bozmak sarsmak ve
Onları delirtmek bile isteyebilir şiir

Kurşun kalemle yazılmış hayatlara mürekkep bulaştırır şiir,
Bazen yazılanların üstüne çıkan bir duygu belirir karşınızda
Şiir sahnede pırıl pırıl parlar

Şiir insanın zihnini dinamitliyorsa iyidir
Girdaba sokuyor hatta oradan çıkarmıyorsa da iyidir

Şiir yazan her zaman tekinsiz alanlarda dolaşmalıdır

Şiiri yazan her şeyi kişiselleştirebilir
Çünkü her şey zaten kişiseldir

Şiirle uğraşmak kendini aramak ve keşfetmek yoludur

şiirle bunalıma girilir
şiirle bunalımdan çıkılır

şiirle sıkıntılar çözülür
şiirle sıkıntılar düğümlenir

insanın ötekisi, kendini bunalıma sokabilir
kendisi de ötekisini bunalıma sokabilir

şiir; ipliktir, düğümdür, örmedir,
örülmedir, sökülmedir

şiirde kendini ötekinde yansıtırsın

şiiri yazan, şiire önden bir başlık bulur bazen
başlığa sorular sorar
başlık, soruları yanıtlayamaz

bunalım: yalnızlık
bunalım: uykusuzluk
bunalım: kendine yabancı olmak
bunalım: şiirsizliktir
  



Rengin ÖZESMİ

17 Nisan 2017 Pazartesi

mührüne isyan

 tablo :-çığlık- Edvard Munch


genç çığlık,
(gerilmiş bu yüz,
bu ter, mührüne isyan)

Mührümü sökmediler
sonra beni çılgınca dövdüler
çölde "az" dım
Bir kum tanesi ateşi
yandım…
Baştan ayağa çıplak

mukadderat, kader, zarf…
–mühür…–
mührümü sökmediler

annem beyazlar içinde…
–acının kan banyosunda yıkandım–
en uzun düş söndü
mum kızıl

söylenmemiş cezalar
gövdem parçalanıyor
iç organlarımı yakıyorlar
ciğerim, memelerim sökülüyor

Aynadan gizli bir gece–Şarkı
"yabancı kollarda"

Üşütsün zaman acıyı
düşer yüzün
elin ayağın tutmaz…
bir yaprak gül çıkar yüzünden
içinde bir çocuk ağlar avunur
avunur kendince

zamanın kökeni yok
öncesiz "ol"
sonrasız "ol"…

sen şiirsin ("ol" mayan)
ben "o" yum
("o" olan)

kusur bulucular geldiler
kuş kanadında aynalı çarşı

dansçılar içinde çıldıracak
boynuna yapışmış kediler
vahşi vuruşu kalbinin
teselli bağışlayacak kimse yok

tekinsiz netameli bir gece
başka bedenlere başka ruhlara
girip çıkan şiir– ("ol")–
sözcüğü yere çalan ben miyim

"ol" mayan bir gece
–kadın bütün kollar yabancıdır dedi kendine–

sen "şiir"-sin
–ben "o" muyum–

resimlerden dışarı sesler çıkıyor
çığlıklar daha çok

–yaralarıma bakıyorlar yabancı gibi…

sana ait olanı sakla, anla,
anlat dedi şiir…

orada karanlık var dedim
"o" her yerde karanlık var dedi.


Rengin Özesmi