-Kitabevi emekçilerine-
Eskiden -öyle çok eskiden değil, 1970’lerden 2000’lere
kadar- her iyi okurun benimsediği bir kitabevi ve kitapçısı vardı. Kitaplarını,
dergilerini hep oradan alır; alışveriş ederken de ayaküstü okuduğu kitaplardan,
yazılardan söz ederlerdi. Kitaplar yardımıyla oluşan bu dostluk zamanla
bozuldu, giderek yok oldu.
Yayıncılık sektörü büyüdü. Yayın alanına giren sermaye
çoğaldı. Bunun doğal sonucu olarak da basılan kitap sayısı ve kitap çeşitleri
arttı. Eskinin küçük, okurla kitapçının birbirini tanıdığı, neredeyse kendini
evinde gibi hissettiği kitabevleri yok oldu. Yerlerini mağazalar, “bookshop”lar
aldı. Gösterişli, ışıltılı mağazaların girişlerindeki “Çok Satanlar” listeleri
karşıladı okurları; tanıdık kitapçılar yerine…
İyi okurlar, artık kitaplarla ilgili sorularını “Danışma”
yazan bölümlerdeki bilgisayar başındaki kişileri sormak zorunda kaldılar…
Bilgisayarlar ve onu kullanan kitapçılar, kayda geçmiş her kitabı, dergiyi
biliyorlardı. Varsa yerini gösteriyor, yoksa sipariş alıyor ya da ekrandaki
“tükendi”, “baskısı yok” notunu iletiyorlardı okura…İlişki sıradan bir “ticari”
ilişkiye dönüşmüştü…Aslında “okur” da yoktu, “müşteri” vardı!
Oysa eski kitabevleri başkaydı! Yerleriyle, büyüklükleriyle,
sahipleri ve çalışanlarıyla çok farklıydı. O dünya bugün bir hayal dünyası
kadar uzak.. Bugün kimse kolay kolay inanamaz o dönemin okur-kitapçı
ilişkilerine…
Okurla kitapçıyı tanıştıran, kitaplardır. Her iyi okurun
zaman içinde güvendiği, ne tür kitabı sevdiğini bilen, kendisine önerdiği
kitaplar yoluyla bu güveni pekişen bir kitapçısı vardı. Kitabevine girdiği
zaman gözleri önce onu arardı.. Karşılaştıklarında da konu hemen daha önce
aldığı, okuduğu ve beğendiği kitap üzerine olurdu.. Sevdiği türle ilgili
kitaplar sorulur, öneriler alınır, yeni çıkan kitaplardan konuşulurdu…Kimi
zaman şu bile söylenirdi : “Geçen önerdiğin kitabı beğendim, onun benzer bir
kitap istiyorum.. ”
Bugün farklı bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizmin Che
Guevara’ yı poster yapıp en pespaye eşyalarla birlikte satışa sunduğu bir dünyada
yaşıyoruz. Çok satan bir yazarın çok satmaya aday kitabının “billboard” larda
tanıtıldığı bir dönemdeyiz. Edebiyatta başarının ölçüsünün baskı sayısıyla
ölçüldüğü, yazarların romanlarının konularını piyasa taleplerine göre
belirlediği, moda neyse -Kürt.. Ermeni sorunu.. Eşcinsellik.. Mevlana.. Fatih..
Mimar Sinan.. - ona uygun romanlar yazdıkları bir dönemdeyiz…
Elbette böyle bir dönemin kitabevleri de farklı olacaktır. Aslında
bugün “kitabevleri” yoktur.. ”kitapçılar” vardır…Oysa “kitapçı”, kitap satılan
yerin adı değil mesleğin adıdır! “Kitabevi”, kitap satılan yerdir! Bu yanlış
öylesine yaygınlaşmıştır ki, yılların yayıncıları bile böyle konuşmakta, kitap
ilanlarını böyle vermektedirler. Bu durumun bir rastlantı olmaması gerekir. Çünkü
bu adlandırmalar, bir zihniyeti, bir kitapçılık anlayışını, farklı bir okur-kitapçı
ilişkisini yansıtmaktadır.
Ülkemizde bir zamanlar bulundukları her yerde, neredeyse bir
kültür merkezi işlevi gören kitabevleri yok olmuştur, kapanmıştır ya da
yalnızca ders kitabı ve kırtasiye satan yerlere dönüşmüştür. Ve en kötüsü
unutulmuştur. Tarihleri bile yoktur.. Tek tük anı kırıntıları kalmıştır.. Ne
kitabevleri sahipleri*, ne çalışanları ne de okurları bu kitabevleriyle ilgili
anılarını yazmamışlardır.
Yazılmamış olsa da geriye kalan her zaman olduğu gibi yine
anılardır.. Vefalı okurlar evlerinde kitap raflarını gözden geçirirken, kimi
kitapları nereden, hangi kitabevinden aldıklarını anımsarlar.. Ve belki de o
kitabı kendilerine öneren kitapçıyı da.. Bu anımsama, o kitapçılar için alçak
gönüllü bir ödüldür!
………………………………………………………………………….
* Necati Mert “Memleket Kitabevi”ni yazarak üzerine düşen
görevi yerine getirmiştir. Memleket Kitabevi’nin Adapazarı bölümünü yazmıştır. Keşke
öteki bölümler de yazılabilse…
Mustafa Başarslan
Üsküdar, 6 Şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder