19 Ocak 2024 Cuma

Kitapçısı Olmak


 


 

-Kitabevi emekçilerine-

 

Eskiden -öyle çok eskiden değil, 1970’lerden 2000’lere kadar- her iyi okurun benimsediği bir kitabevi ve kitapçısı vardı. Kitaplarını, dergilerini hep oradan alır; alışveriş ederken de ayaküstü okuduğu kitaplardan, yazılardan söz ederlerdi. Kitaplar yardımıyla oluşan bu dostluk zamanla bozuldu, giderek yok oldu.

Yayıncılık sektörü büyüdü. Yayın alanına giren sermaye çoğaldı. Bunun doğal sonucu olarak da basılan kitap sayısı ve kitap çeşitleri arttı. Eskinin küçük, okurla kitapçının birbirini tanıdığı, neredeyse kendini evinde gibi hissettiği kitabevleri yok oldu. Yerlerini mağazalar, “bookshop”lar aldı. Gösterişli, ışıltılı mağazaların girişlerindeki “Çok Satanlar” listeleri karşıladı okurları; tanıdık kitapçılar yerine…

İyi okurlar, artık kitaplarla ilgili sorularını “Danışma” yazan bölümlerdeki bilgisayar başındaki kişileri sormak zorunda kaldılar… Bilgisayarlar ve onu kullanan kitapçılar, kayda geçmiş her kitabı, dergiyi biliyorlardı. Varsa yerini gösteriyor, yoksa sipariş alıyor ya da ekrandaki “tükendi”, “baskısı yok” notunu iletiyorlardı okura…İlişki sıradan bir “ticari” ilişkiye dönüşmüştü…Aslında “okur” da yoktu, “müşteri” vardı!

Oysa eski kitabevleri başkaydı! Yerleriyle, büyüklükleriyle, sahipleri ve çalışanlarıyla çok farklıydı. O dünya bugün bir hayal dünyası kadar uzak.. Bugün kimse kolay kolay inanamaz o dönemin okur-kitapçı ilişkilerine…

Okurla kitapçıyı tanıştıran, kitaplardır. Her iyi okurun zaman içinde güvendiği, ne tür kitabı sevdiğini bilen, kendisine önerdiği kitaplar yoluyla bu güveni pekişen bir kitapçısı vardı. Kitabevine girdiği zaman gözleri önce onu arardı.. Karşılaştıklarında da konu hemen daha önce aldığı, okuduğu ve beğendiği kitap üzerine olurdu.. Sevdiği türle ilgili kitaplar sorulur, öneriler alınır, yeni çıkan kitaplardan konuşulurdu…Kimi zaman şu bile söylenirdi : “Geçen önerdiğin kitabı beğendim, onun benzer bir kitap istiyorum.. ”

Bugün farklı bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizmin Che Guevara’ yı poster yapıp en pespaye eşyalarla birlikte satışa sunduğu bir dünyada yaşıyoruz. Çok satan bir yazarın çok satmaya aday kitabının “billboard” larda tanıtıldığı bir dönemdeyiz. Edebiyatta başarının ölçüsünün baskı sayısıyla ölçüldüğü, yazarların romanlarının konularını piyasa taleplerine göre belirlediği, moda neyse -Kürt.. Ermeni sorunu.. Eşcinsellik.. Mevlana.. Fatih.. Mimar Sinan.. - ona uygun romanlar yazdıkları bir dönemdeyiz…

Elbette böyle bir dönemin kitabevleri de farklı olacaktır. Aslında bugün “kitabevleri” yoktur.. ”kitapçılar” vardır…Oysa “kitapçı”, kitap satılan yerin adı değil mesleğin adıdır! “Kitabevi”, kitap satılan yerdir! Bu yanlış öylesine yaygınlaşmıştır ki, yılların yayıncıları bile böyle konuşmakta, kitap ilanlarını böyle vermektedirler. Bu durumun bir rastlantı olmaması gerekir. Çünkü bu adlandırmalar, bir zihniyeti, bir kitapçılık anlayışını, farklı bir okur-kitapçı ilişkisini yansıtmaktadır.

Ülkemizde bir zamanlar bulundukları her yerde, neredeyse bir kültür merkezi işlevi gören kitabevleri yok olmuştur, kapanmıştır ya da yalnızca ders kitabı ve kırtasiye satan yerlere dönüşmüştür. Ve en kötüsü unutulmuştur. Tarihleri bile yoktur.. Tek tük anı kırıntıları kalmıştır.. Ne kitabevleri sahipleri*, ne çalışanları ne de okurları bu kitabevleriyle ilgili anılarını yazmamışlardır.

Yazılmamış olsa da geriye kalan her zaman olduğu gibi yine anılardır.. Vefalı okurlar evlerinde kitap raflarını gözden geçirirken, kimi kitapları nereden, hangi kitabevinden aldıklarını anımsarlar.. Ve belki de o kitabı kendilerine öneren kitapçıyı da.. Bu anımsama, o kitapçılar için alçak gönüllü bir ödüldür!

 

………………………………………………………………………….

* Necati Mert “Memleket Kitabevi”ni yazarak üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Memleket Kitabevi’nin Adapazarı bölümünü yazmıştır. Keşke öteki bölümler de yazılabilse…

 

 Mustafa Başarslan

 Üsküdar, 6 Şubat 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder