18 Ocak 2024 Perşembe

Aylak Okur


 Okuma süreci seçtiğimiz kitabı elimize almakla başlar..Ama hangi kitabı neden seçtiğimiz, seçimimizde etkili olan nedenler, genellikle

kafa yormadığımız konulardandır.Oysa günümüzde yayıncılık sektörünün can damarı sayılan reklam ve pazarlama stratejileri hep bu

seçimi etkilemek, belirlemek üzerine kurulmuştur.

        Okurun kitap seçimini etkileyecek tüm araçlar,bu satış stratejilerinin  saldırı tehditi altındadır.Gazetelerin kitap ekleri, dergilerin yeni yayınları tanıtan sayfaları,  televizyonlardaki kitaba ayrılan az sayıdaki programlar. reklam panoları..hep bizim hangi kitabı alıp okumamız gerektiğini belirlemek  içindir.

        İşte aylak okur,estirilen  bu “bize neleri okumamız gerektiğini” söyleyen rüzgara direnen okurdur. Kitabevlerinin giderek “mağaza”,

okurun da “müşteri” olarak adlandırıldığı dönemde, bu anlayışa;kitap-

larını “kitabevleri”nden alarak ve bilinçli bir okur olarak,kendisine sunulanı değil, kendi seçtiğini alarak karşı koyandır. 

       Aylak okur, belirli bir konuyu araştırmak için düzenli olarak kitabevlerine giden, yeni yayınları izleyen, kitabevi raflarını bu amaçla gözden geçiren okurdan farklıdır.Bu okurların kitap seçimlerini  meslekleri, ilgi alanları, çalışma konuları belirler. Belki zaman zaman onlar da aylak okurlar gibi , o an ilgilerini çeken kitapları da alabilirler..Ama bu çok sık rastlanan bir durum değildir. Gönüllerinden geçen kitabı almak, hep çalışma dönemi sonrasının hayallerindendir.

         Bir kitabevine girdiğimiz zaman, kafamızda sıralaması sık sık değişen, yeni çıkan kitaplarla uzayan bir liste vardır..Gözlerimiz önce o listedeki kitapları arar..Ama  raflarda öyle kitaplar vardır ki, listemizi unutur, onları alırız…Bu, daha önce  bir öyküsünü,bir

romanını okuyup sevdiğimiz bir yazarın yeni çıkan bir kitabı olabilir..Şiirlerini sevdiğimiz bir şairin yeni bir şiir kitabı da…Burada

bizim seçimimizi   belirleyen  zaman içinde oluşturduğumuz okur

kimliğidir.

          Aylak okur dediğimiz başına buyruk okurun kitaplığının başkalarının  kolayca çözemediği kendine göre bir düzeni vardır. Ama bu düzen dışarıdan bakan bir göz için dağınıktır, düzensizdir. Oysa

kişisel  kitaplıklar hep öyledir..öyle de olmalıdır..Okur, kimliğini kitap

düzeniyle de ortaya koyar..

           Böyle bir okurun, masasının üzerindeki ya da başucundaki kitaplara bakarsak onun aylaklığının anlamını daha iyi kavrarız…

         “Pasajlar”… “Beş Şehir”…”Yunus Emre”…”Ulysses”…

“Okumanın Tarihi”…”Alemdağ’da Var Bir Yılan”...”Büyük Argo Sözlüğü”...”Yazboz”...”Felsefe Defterleri”...”Yerleşik Yabancı”...”Kara 

Kitap Üzerine Yazılar”...”Ölü Bir Evden Anılar”...”Sahaf Mendel”…

“Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi”...”Mahur Beste”…  “Senelerce Senelerce Evveldi”...”Hapishanenin Doğuşu”...”Totem ve Tabu”…

“Hatıralarım”-Yorgo L.Zarifi…

       Her kitap, okurun  kitabı eline almadan önceki ruh durumunun bir işaretidir.

       Her kitap içindeki boşluğa konulan  bir taş olsun ister..Kimi zaman bir şiir..şiirin bir dizesi..

      - “içimde ikinci bir insan gibidir / seni sevmek saadeti”-

ya da bir öykünün çağrısı..

    -  “ Hişt   Hişt..”-

      Yıllarca önce okunmuş romandan sık sık  anılan bir sayfa..Madame de Renal’in Julien Sorel’le karşılaşma sahnesi..Bir kitabın Komün günlerini anlatan sayfaları..

        Aylak okur, üşengeç değildir…Diline takılan bir dizenin hangi 

şaire ait olduğunu bulmak için, geceyarıları kitap karıştırmaktan kaçın-

maz.Sevdiği bir öykünün nasıl bittiğini anımsayamazsa, kalkar kitaplığındaki tüm öykü kitaplarını elden geçirir. Okuduğu her kitap onu başka bir kitaba, başka bir yazara, başka bir konuya gönderir…Hiç durmaz oraya koşar..Arar... bulur...okur!

       Aylak okurun karakterinin edebiyatın kurgu dünyasındaki karşılığı,

ilk çağrıştığı Oblomov’un tersine özgür ruhlu oluşu ve yaşamla didişen

karakteri nedeniyle Marten Eden’dır!

      İşte bütün bunlar okur kimliğimizi oluştururlar…İçimizdeki yapı

bunlarla yükselir…Ve yaşadıkça bu yapıyı hep yükseltmek isteriz…Her gün  kitap sağanağı gibi yayımlanan  kitaplardan almamız gerekenleri  bu yapının eksiklerine  göre belirleriz..

           Başına buyruk okurlar olmasa bu kitap yağmurundan çantalarını kim doldurur , hiç yitmeyen bir merak ve heyecanla   evlerde açarlardı?

           Bir okurun en mutlu ânı, aldığı kitapları masasına koyduğu,

kitaplığına yerleştirdiği ve okumak için eline aldığı andır!

                                            

                                                        Mustafa Başarslan

                                          

                                                       Üsküdar,  19.11.2013

2 yorum:

  1. Mustafa Başarslan'ın bu üç yazısı da kitaplar, okuma kültürü ve kitap dünyasının değişimi üzerine derinlikli ve hüzünlü bir bakış sunuyor. Yazılardan çıkardığım bazı ana temalar şöyle:
    "KİM DUYAR UNUTULMUŞ KİTAPLARIN KEDERLİ FISILTISINI" yazısında:
    * Unutulmuşluğun Kederi: Yazar, zamanın acımasız eleğinde unutulan, aslında değerli olabilecek kitapların ve yazarların sessiz çığlığını duyurmaya çalışıyor. Moda rüzgarıyla unutulanların yanı sıra, çeşitli nedenlerle haksız yere unutulan eserlere dikkat çekiyor.
    * Yeniden Keşif: Bazı unutulmuş yazarların ve kitapların yıllar sonra yeniden gündeme gelmesi umudu ve örneği (Nazım Hikmet, Sabahattin Ali vb.) veriliyor.
    * Kitapların Serüveni: Kütüphanelerde okunmayan, sahafların önemsemediği ve sokak sergilerine düşen kitapların fiziksel yıpranmışlıkları üzerinden hüzünlü bir portre çiziliyor. Bu kitapların "kederli fısıltıları" duyulmaya değer bulunuyor.
    * Yazarın Reddi ve Kitabın Gücü: Bazı yazarların kendi eserlerini reddetmesi veya bazı güçlü kitapların yazarlarını gölgede bırakması gibi ilginç durumlar da ele alınıyor.
    * Değerlendirme Kriterleri: Klasikleşmiş eserlerin zamana meydan okuduğu ve asıl önemli olanın "moda ve reklamın etkisiyle bağıran" değil, "özüne güvenen" kitapları seçmek olduğu vurgulanıyor. Unutulmanın haksızlık olabileceği ve hatırlamanın değerine dikkat çekiliyor.
    "Kitapçısı Olmak" yazısında:
    * Kitapçı-Okur İlişkisinin Değişimi: Geçmişteki samimi, güvene dayalı kitapçı-okur ilişkisinin yerini, büyük mağazalardaki daha mesafeli, ticari bir ilişkiye bırakması eleştiriliyor.
    * "Kitabevi" ve "Kitapçı" Kavramları: Yazar, "kitabevi"nin sadece kitap satılan yer değil, bir kültür merkezi olduğunu, "kitapçı"nın ise bir meslek adı olduğunu hatırlatarak, günümüzdeki yanlış kullanıma dikkat çekiyor.
    * Unutulan Kitabevleri: Bir zamanlar kültür merkezi işlevi gören kitabevlerinin yok olması ve unutulması üzüntüyle dile getiriliyor. Vefalı okurların kişisel anılarında bu mekanların yaşamaya devam ettiği belirtiliyor.
    "Gezgin Kitaplar" yazısında:
    * Kitapların Yaşamımızdaki Yeri: Kitapların sadece okunmakla kalmayıp, yıllarca bizimle birlikte yaşadığı, farklı yaşam evrelerimizin sessiz tanığı olduğu vurgulanıyor.
    * Kitaplardan Ayrılmanın Anlamı: İyi bir okur için kitaplardan ayrılmanın, kendisini hayata bağlayan önemli bir bağın koparılmasına benzetiliyor.
    * Ölüm Sonrası Kitapların Akıbeti: Ölümden sonra kitapların genellikle hızla elden çıkarılması ve bu durumdaki kitaplarda hissedilen "keder kokusu" anlatılıyor. Eski kitapları karıştıranların, kitabın eski sahibiyle bir tür bağ kurduğu hissi dile getiriliyor.
    Genel olarak Mustafa Başarslan'ın yazıları, kitaba ve okumaya duyulan derin bir sevgiyle birlikte, kitap dünyasındaki değişimlere yönelik eleştirel bir bakış açısını yansıtıyor. Unutulmuş değerlere, kaybolan ilişkilere ve kitapların manevi anlamına dikkat çekiyor.
    Bu yazılar sizde nasıl bir etki bıraktı? Hangi düşüncelere katıldınız veya hangileri sizi düşündürdü?

    YanıtlaSil